Scroll to top

İMAR KISITLILIĞI

İMAR KISITLILIĞI

İmar kısıtlılığı imar planında kamu alanında kalan kişilere ait taşınmazların idarece kamulaştırılmamasından kaynaklı kişilerin  taşınmazlarından, mülklerinden tam olarak faydalanamaması durumu olarak açıklanabilir.

         İdarenin kanunda yer alan düzenlemelere aykırı bir eylem veya işlem yapması durumunda, bu karardan etkilenen kişilerin idareye karşı tazminat davası açabilmesi mümkündür.[1] Yine İdare kanuna uygun davransa bile yapmış olduğu işlem sebebi ile üçüncü kişilere zarar verdiğinde, yine kusurlu veya kusursuz sorumluluk kuralları doğrultusunda ilgililerin zararını karşılamak durumundadır. İmar planlama ve uygulamalarından zarar görüldüğü gerekçesiyle açılacak davalarda, idarenin bu kararlarıyla zarar arasında illiyet bağının ispatlanması davacının yükümlülüğüdür. İmar planlama ve uygulamalarından doğan zararlar konusunda, ortada açık ve net bir zararın bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve ona göre dava açılması gerekir.[2] İdarenin imar planı değişikliği doğrultusunda kişilere zarar verebildiği pek çok örnek vardır. İmar planları neticesi ilgilinin taşınmazı, ticari niteliğini kaybetmiş olabilir, değerini[3] kaybetmiş olabilir. Bu durumda oluşan zararın idare tarafından tazmini gerekir. İmar planlamasına ilişkin zararlar en yaygın olarak, ilgilinin arsasına özel bir inşaat yapılmasını engelleyecek şekilde imar planıyla yeşil alan, okul, cami, kamu hizmet binası gibi bir işlevin yerleştirilmesi ancak buna rağmen kamulaştırma yapılmadığı için ilgilinin uzun bir süre yapılaşma haklarının kısıtlanması ile ortaya çıkmaktadır. Yine idare; ilgilinin arsasına yol, yeşil alan, park gibi bir işlevi imar planlarıyla yüklemekte ancak kamulaştırma yapmadan arsaya kısmen veya tamamen el koyarak yolu, parkı inşa ederek, arsayı fiilen ele geçirmekte ve ilgilisinin arsadan yararlanmasına engel olmaktadır. [4]

          İdari yargı düzeninin tam yargı davasına konu edilebilecek zararlar konusunda daraltıcı bir yorum tercih ettikleri bilinmektedir. Davacının aktifinde gerçekleşen azalmaya odaklanılmakta, beklenen bir kazancın elde edilememiş olması durumu zarar kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yorumlarıyla, Türk İdari Yargı Düzeni arasında yorumlama farklılıkları ortaya çıkmaktadır[5]

          Mülkiyet hakkının korunmasına yönelik olarak 1982 Anayasası’nın 35. maddesi düzenlemesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ek 1 no’lu Protokolünde yer alan hükümler, mülkiyet hakkının korunması konusunu sıkı kurallara bağlamıştır. Bu düzenlemelere bakıldığında, imar planlaması yoluyla, mülkiyet hakkının on yıllarla ifade edilebilecek şekilde kısıtlanmasının hukuki altyapısının bulunmadığı ve İdarenin bu yaklaşımından doğan zararı göze alması gerektiği görülecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ortaya konulan yorumlar ve bu yorumların bağlayıcılığı dikkate alındığında, imar planlaması yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin makul bir süreyi aşması durumunda, ortaya çıkan zararın tazmin edilmesi gerekeceği açıktır. Planlarda kamulaştırma gerektiren bir fonksiyon verilmiş taşınmazın, beş yıl içerisinde kamulaştırılması ya da plan hükmünün düzeltilmesi gerekir[6]

      Anayasa Mahkemesi tarafından ortaya konulan yorumda, imar planının uygulanmasına sağlamaya yönelik olarak hazırlanan ve hazırlanması zorunluluk olan imar programlarına alınmış bir kamulaştırmada dahi, yapılaşma hakkına getirilen kısıtlama, mülkiyet hakkına yapılan Anayasaya aykırı bir müdahale olduğu gerekçesiyle İmar Kanunu’nun 13. maddesinin iptaline karar verilmesiyle, imar planlarında onlarca yıllık kısıtlamaların hukuki dayanağının olmadığı görülmektedir. İmar programlarının beş yıl için hazırlanacağı ve programa alınan bir konunun en geç beş yıl içerisinde uygulanacağı dikkate alındığında ve Anayasa Mahkemesi tarafından bu durumun hukuka/Anayasaya aykırı bulunduğuna bakıldığında durum daha net bir şekilde anlaşılacaktır[7]

      Bu açıklamalar doğrultusunda baktığımızda, uygulamada imar planından kaynaklanan zararlar için en fazla “kamulaştırmasız el atma davası” adı verilen davanın açıldığı görülmektedir. Önce normal hukuk mahkemelerinde açılan bu davalar uyuşmazlık mahkemesinin de gündemine girmiş ve yargı yerleri arasında uzun yıllar süren yetkisizlik kararları sebebiyle nihayet uyuşmazlık mahkemesi bu davalar için idare mahkemelerinin yetkili olduğuna karar verilmiştir. İdare mahkemelerinde açılan bu tip tazminat davaları sonucu; özel bir kişi veya kuruluşun gayrimenkulü için imar planında yeşil alan, okul alanı, ibadet alanı, belediye hizmet alanı gibi işlevlerle bir kısıtlama getirilmişse ve bu kısıtlama doğrultusunda İdare uygulama imar planının yapılmasından itibaren beş yıl içinde imar uygulaması ve kamulaştırma yapıp parasını ödememişse, bu kadar uzun süre arsa sahibinin yapılaşma hakkı kısıtlandığından dolayı idare mahkemeleri İdareyi oluşan zararlar için tazminatlara mahkum etmeye başlamıştır. Bu tazminatı ödemekle yükümlü olan idari kuruluşlar ise çoğunlukla imar planlarını değiştiren belediyeler veya gayrimenkulde lehine kamusal bir fonksiyon belirlenen kamu kuruluşlarıdır. Bu tazminatı ödemekle yükümlü olan idari kuruluşlar ise çoğunlukla imar planlarını değiştiren belediyeler veya gayrimenkulde lehine kamusal bir fonksiyon belirlenen kamu kuruluşlarıdır. [8]

Danıştay imar kısıtlılığı durumunda ; ‘’ Öte yandan, malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta, her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun …tarihli, E:…K:…sayılı kararında; “uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı idarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle idarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, her türlü izahtan varestedir.” gerekçesiyle , söz konusu uyuşmazlıkları “kamulaştırmasız el koyma” kapsamında değerlendirmiş ve idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibinin, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini isteyebileceği sonucuna varmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, …/Türkiye davasında (Başvuru No:13331/07) verdiği kararda da; söz konusu durumun başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanmasının önünde engel teşkil ettiği ve arazinin satış şansı da dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığı değerlendirmesinde bulunarak, malikin, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı sonucuna varmış ilgilinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.[9]  

Anayasa Mahkemesi bir bireysel başvuruda  ‘’İdare tarafından bu taşınmazın kamulaştırılmasından vazgeçildiği belirtilmiş ise de taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılmasından kaynaklanan kısıtlamaların halen devam ettiği görülmektedir. Bu kısıtlamaların ise ancak imar planı tadilatı yapılması üzerine taşınmazın kamu hizmeti alanından çıkarılmasıyla kalkacağı açıktır. Fakat başvurucuların talebine rağmen kamu makamlarınca bugüne kadar imar planı değişikliğinin yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Başvurucuların taşınmazları üzerinde 33 yıl boyunca inşaat yasağı gibi kısıtlamalar devam etmiştir. Başvurucular bu taşınmazları diledikleri gibi hukuki işlemlere konu edememiş ve taşınmazın değeri üzerinde olumsuz bir etkiyle karşılaşmışlardır. Nitekim başvurucular dava aşamasında şerhin uzun sürmesi nedeniyle zarara uğradıklarını açıkça belirtmişlerdir. Buna göre tazminat istemlerinin yalnızca kamulaştırma bedeli ile sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle başvurucular kısıtlama sebebiyle uğradıkları zararın tazminini talep ettikleri hâlde açtıkları dava derece mahkemelerince kamulaştırma bedeli ödenemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Hâlbuki kısıtlama suretiyle yapılan müdahalenin ölçülü olabilmesi için başvurucular yönünden anılan kısıtlamaların yol açtığı zararların da tazmin edilmesi gerekir.

Sonuç olarak, kamu makamlarının herhangi bir tazminat ödememesinin başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği, bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.’’ [10] Anayasa Mahkemesi  imar kısıtlılığından dolayı mülkiyet hakkı ihlal edilen ve kamulaştırma işlemi yapılmayarak uzun yıllar mülkiyetinden faydalanamayan başvurucunun zararının tazmin edilmesi gerektiği kararı vermiştir.

Mülkiyet hakkı ihlal edilen ve sahibi olduğu taşınmazın değeri düşen kişinin idareden tazminat hakkı olacağı atılı karar ışığında da açıktır.   

 İmar kısıtlılığının ne olduğunu ve imar kısıtlılığı durumunda idarenin tazminat sorumluluğu olup olmadığını açıkladıktan sonra  imar kısıtlılığı durumunda tazminatın nasıl belirleneceği açıklayacağız.

      İMAR KISITLILIĞI DURUMUNDA TAZMİNATIN BELİRLENMESİ

DANIŞTAY

6. Daire

Esas Yıl/No: 2018/4232

Karar Yıl/No: 2018/9562

Karar tarihi: 21.11.2018

TAZMİNAT İSTEMİ – TASARRUF HAKKININ HUKUKEN KISITLANDIĞI – BEDELİN TESPİTİNDE ETKİLİ OLACAK DİĞER OBJEKTİF ÖLÇÜLERİN BELİRLENMESİ SURETİYLE TAŞINMAZ BEDELİ TESPİT EDİLEREK UYUŞMAZLIĞIN ESASI HAKKINDA YENİDEN KARAR VERİLMESİ – HÜKMÜN BOZULDUĞU

ÖZET: 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun ilgili maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması karşısında, İdare Mahkemesince, öncelikle sorumlu idare/idareler belirlenerek, uyuşmazlığa konu taşınmazdaki tasarruf imkanının mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde kısıtlanıp kısıtlanmadığı, kısıtlanmışsa bu kısıtlılığın uygulama imar planından mı yoksa özel kanundan (2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu gibi) mı kaynaklandığı, taşınmazın hangi tarih itibariyle edinildiği hususları araştırılarak, uygulama imar planında belirlenen işlevi nedeniyle mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığının ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin oluştuğunun tespit edilmesi halinde ise; aralarında gayrimenkul değerleme uzmanının da bulunduğu bilirkişi kurulunca, taşınmazın dava tarihindeki cins ve nevi, yüzölçümü, kıymetini etkileyecek bütün nitelik ve unsurları, her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı, varsa resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri, özel amacı olmayan emsal (uyuşmazlığa konu taşınmazın çevresinin imar planındaki kullanım biçimi, yapılaşma koşulları ve konumları açısından benzer özellikleri olan taşınmazlar arasından seçilmeli, davaya konu taşınmaz kadastro parseli ise; emsal alınacak taşınmaz da kadastro parseli olmalı ya da emsal parsel imar parseli ise, emsal taşınmazda kesilen düzenleme ortaklık payı oranı ölçüsünde davaya konu taşınmaz bedeli düşülerek taşınmazın gerçek bedeli belirlenmeli) satışlara göre satış değeri, bedele etki eden tüm kanuni veriler, imar verileri, taşınmazın özgün nitelik ve kullanım şekli, değeri etkileyen hak ve yükümlülükleri, gayrimenkul üzerinde ayni ve şahsi ittifak hakları ve gayrimenkul mükellefiyetleri vb. bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin belirlenmesi suretiyle taşınmaz bedeli tespit edilerek uyuşmazlığın esası hakkında yeniden karar verilmesi gerekmektedir.[11]

‘’DANIŞTAY

6. Daire

Esas Yıl/No: 2015/5709

Karar Yıl/No: 2016/1579

Karar tarihi: 11.04.2016

TAZMİNAT İSTEMİ – İMAR PLANINDA İLKÖĞRETİM ALANINDA KALMASINA RAĞMEN KAMULAŞTIRILMAYAN TAŞINMAZ – BEDELİN TESPİTİNDE ETKİLİ OLACAK DİĞER OBJEKTİF ÖLÇÜLERİN BELİRLENMESİ SURETİYLE TAŞINMAZ BEDELİ TESPİT EDİLEREK TAZMİNAT OLARAK ÖDENMESİ GEREĞİ

ÖZET: Uyuşmazlığa konu olan ve imar planında ilköğretim alanında kalan taşınmazın uzun yıllar parselasyon ya da kamulaştırma yapılmamak suretiyle mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığının tespit edilmesi halinde ise; aralarında gayrimenkul değerleme uzmanının da bulunduğu bilirkişi kurulunca, taşınmazın cins ve nevi, yüzölçümü, kıymetini etkileyecek bütün nitelik ve unsurları, her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı, varsa resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, taşınmazın mevkii, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri, özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, bedele etki eden tüm kanuni veriler, imar verileri, taşınmazın özgün nitelik ve kullanım şekli, değeri etkileyen hak ve yükümlülükleri, gayrimenkul üzerinde aynı ve şahsi ittifak hakları ve gayrimenkul mükellefiyetleri vb. bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin belirlenmesi suretiyle taşınmaz bedeli tespit edilerek tazminat olarak ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.

(3194 S. K. m. 10, 18)[12]

İmar kısıtlılığı durumunda ilgili Danıştay kararında da kısıtlılığa uğrayan taşınmaz sahibinin tazminat bedeli hesaplanırken ‘’ gayrimenkul değerleme uzmanının da bulunduğu bilirkişi kurulunca, taşınmazın cins ve nevi, yüzölçümü, kıymetini etkileyecek bütün nitelik ve unsurları, her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı, varsa resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, taşınmazın mevkii, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri, özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, bedele etki eden tüm kanuni veriler, imar verileri, taşınmazın özgün nitelik ve kullanım şekli, değeri etkileyen hak ve yükümlülükleri, gayrimenkul üzerinde aynı ve şahsi ittifak hakları ve gayrimenkul mükellefiyetleri vb. bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin belirlenmesi suretiyle taşınmaz bedeli tespit edilerek’’ tazminat olarak ödenmesi gerektiği şeklinde karar verilmiştir.

‘’ÖZET: Kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davaları, adli yargıdaki fiili el atma nedeniyle açılan kamulaştırmasız el atma davalarından farklı olarak 3194 sayılı Kanun kapsamında açılan davalar olduğundan, dava açma tarihi itibariyle talep edilen miktar için, dava tarihinden geçerli olmak üzere, ıslah edilen kısım için ıslah tarihi itibariyle faize hükmedilecektir. Dosyanın incelenmesinden; bilirkişiler tarafından keşif tarihi (2015) dikkate alınarak taşınmaz değerinin tespit edildiği, dava konusu taşınmazın çevresinin imar durum özellikleri dikkate alınarak, uyuşmazlığa konu taşınmaza yakın mesafede, eş değer özellikleri olan ve satışı gerçekleşmiş somut bir emsale göre değer tespitinin yapılmadığı, değer tespit tarihi olarak 2015 yılı alınmış olmasına karşı, faizin dava tarihinden (2014) ve ıslah dikkate alınmadan itibaren hükmedildiği görülmüştür. Bu durumda dava tarihi esas alınmadan keşif tarihi itibariyle uyuşmazlık konusu taşınmazın değerinin tespit edildiği, taşınmaz değeri belirlenirken uyuşmazlığa konu taşınmazın imar durumu dikkate alınmak suretiyle somut emsal belirlemesi yapılmadan taşınmaz değerinin belirlendiği, dava değerinin ıslah edilmesi dikkate alınmadan faize hükmedildiği görüldüğünden temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

(3194 S. K. m. 10, 18) (İmar Kanununun 18 inci Maddesi Uyarınca Yapılacak Arazi ve Arsa Düzenlemesi ile İlgili Esaslar Hakkında Yönetmelik m. 12) (HÜSEYİN KAPLAN – TÜRKİYE DAVASI) [13]

Bir çok T.C Danıştay kararında da İmar kısıtlılığı durumunda tazminatın somut emsal belirlemesi yapılarak belirleneceği üzerinde durulmuştur. Bu ödevimde imar kısıtlılığı durumunun nasıl ortaya çıkacağı ve imar kısıtlılığı durumunda tazminatın nasıl belirleneceği hususu üzerinde T.C Danıştay kararları ışığında üzerinde durmaya çalıştım.


[1] Danıştay 6. Daire E. 2013/549 K. 2013/4734 T. 10.9.2013: “Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin tam yargı davasıdır. Uyuşmazlık konusu taşınmazın içerisinde yer aldığı alan için İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından, bu bölgenin hiçbir zaman ve hiçbir koşulda imara açılmaması, yapılaşmaya hiçbir şekilde izin verilmemesi gerekirken, bu hassasiyet gösterilmeden imara açılarak yoğun yapılaşmaya izin verilen ancak daha büyük zarar ve can kayıplarının olmaması için bölgenin afete maruz bölge ilan edilmesi ve mevcut yapıların yıkılması yolunda alınan Bakanlar Kurulu Kararının mevcut verilere göre en doğru karar olarak nitelendirildiği; başka bir anlatımla, bölgede genel hayatı etkileyecek nitelikteki heyelanın varlığına ilişkin bilimsel raporlarda ifade edilen ve idarelerin bilgisinde olan jeolojik veriler dikkate alınmadan alan planlamaya konu edilip arsa üretilerek üzerinde yapılaşmaların gerçekleştirilmesine imkan sağlandığı şartlar altında taşınmaz edinen kişilerin, bölgenin sonradan afet bölgesi ilan edilerek yapı ve ikamete yasaklanması sonucu oluşan zararların giderilmesi gerekmektedir. Ruhsatlı yapının Afete Maruz Bölge ilan edilen alanda kalması ve yapının kullanılabilmesi için zorunlu olan fen ve sağlık kurallarına uygunluğunu yitirmesi nedeniyle davacı açısından gerçek bir zararın doğmadığından söz edilmesine olanak bulunmadığından, aksine değerlendirmeye dayalı olarak verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir. Öte yandan, Uyuşmazlığa konu olayda, yapılaşmaya hiçbir şekilde izin verilmemesi gerekirken izin verilen ve daha sonra Afete Maruz Bölge ilan edilen alanda kalan taşınmaz üzerindeki davacıya ait bağımsız bölümün de yer aldığı ruhsatlı yapıda heyelan nedeniyle can ve mal güvenliğinin kalmaması sonucu davacının kendiliğinden taşınmazı boşaltması nedeniyle, Mahkemece hizmet kusuru bulunan idarelerin davacının duyduğu ağır elem ve üzüntünün kısmen de olsa giderilebilmesi için “takdiren” belirlenen miktarda manevi tazminata idarelerin zararın oluşumundaki “kusur oranına” bağlı olmaksızın hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat istemi yönünden davanın reddedilmesinde de hukuka uyarlık görülmemiştir.” (www.kazanci.com).

[2] Danıştay, 6. Daire, 30/6/2015, E. 2015/680, K. 2015/4767:

[3] “…Binanın önünden geçen yolun imar plânı değişikliği yapılarak oto üst geçidine bağlanmak suretiyle

yükseltilmesi sonunda binanın ön yüzünde eski yol ile hemzemin bulunan giriş ve iki dükkânın yol zemininden

aşağıda kalması sonucu uğranılan zararın tazmini gerektiği…” Danıştay 6. Daire E.86/296 K.86/553 T.28.5.1986.

[4] Prof. Dr. Gürsel Öngören

[5] Çolak/ Öngören, a.g.e., s. 186.

[6] Çolak/ Öngören, a.g.e., s. 186.

[7] Anayasa Mahkemesi’nin, 29.12.1999 tarihli ve 1999/33 E., 1999/51 K. sayılı kararı:

[8] Prof. Dr. Gürsel Öngören, Yargı Kararları Işığında İmar Hukuku, s.233

[9] Danıştay, 6.Daire, Dosya Esas 2010/7377,Karar No: 2014/1261, Karar tarihi 20.02.2014

[10] İbrahim Sözer ve Diğerleri (B. No: 2016/10425) başvurusu

[11] T.C DANIŞTAY 6. Daire Esas: 2018 / 4232 Karar: 2018 / 9562 Karar Tarihi: 21.11.2018-Sinerji

[12] T.C DANIŞTAY 6. Daire Esas: 2015 / 5709 Karar: 2016 / 1579 Karar Tarihi: 11.04.2016-Sinerji

[13] T.C DANIŞTAY 6. Daire Esas: 2015 / 8039 Karar: 2016 / 1256 Karar Tarihi: 22.03.2016-Sinerji

Post a Comment

You must be logged in to post a comment.